İTTİHATÇI RIZA TEVFİK’İN ABÜLDHAMİD HAN HAKKINDAKİ İTİRAFI - SULTAN ABDÜLHAMİD’İN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAD (YARDIM İSTEME)

 


 

‘’Feylesof’’ lakaplı filozof şair Rıza Tevfik Bey’in yazdığı ‘’SULTAN  HAMİD’İN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAD (yardım isteme, yardıma çağırma)’’  şiirini okudunuz mu? Bu şiiri okumadan önce, hikayesini bilmek lazım bence. Rıza Tevfik Bey –soyadı kanunundan sonra Rıza Tevfik Bölükbaşı- İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılıp, II. Meşrutiyet’te önemli roller oynamış bir kimse. Sonrasında ise Osmanlı hükümetlerinde önemli görevler almış bir politikacı. Hatta Sevr Anlaşması’ndaki delegasyonda bile yer almış hatta bu sebepten Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 150likler arasında sürgün edilmiştir.

Rıza Tefvik aslında bir hekim. Fakat şair kimliği sonraları daha öne çıktığı için daha çok şiirleriyle hatırlanıyor.  İleri ki yaşlarında, tekke ve halk edebiyatını keşfederek edebi kariyerinde bu alana yönelmesi belli ki kişisel olarak da oldukça etkilemiş Rıza Tevfik Bey’i.  Hatta tekke ve divan edebiyatını derinlemesine incelemiş ve 1914-1922 yılları arasında bu konuda bir çok makale yayımlamıştır. Bu da Milli Edebiyat hamlesinin fikri hazırlık aşamasına etki eden unsurlardan olmuş.


          Rıza Tevfik Bölükbaşı

Ahmet KABAKLI, Temellerin Duruşması 1 eserinden bir bölümde, Rıza Tevfik’in Abdülhamid Han’a yazdığı şiirden ve Rıza Tevfik’i bu şiiri yazmaya yönelten sebeplerin oluşmasından bahsediyor. Rıza Tevfik’in bu bölümde sunulan itirafı, İngiltere başta olmak üzere batılı devletlerin Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve hilafet ile saltanatın kaldırılması için nasıl çalıştıklarını ve de Osmanlı’nın kendi içinden nasıl adam devşirdiklerini göstermesi açısından oldukça etkileyici bir ispat. İngiltere’nin Osmanlı’nın son dönemindeki politikalarının özellikle hilafeti lağvetmek üzerine olduğunu artık biliyoruz. Tabi bunu kabul etmeyip bunun bir devrim olduğunu söyleyenler de var. Devrim olarak göremeyeceğimizi, bunların planlı bir şekilde batılı devletler tarafından tasarlandığını bu itiraf oldukça net bir biçimde ortaya koyuyor. Bu hilafetin yok edilmek istenmesi konusu için de bir yazı yazmayı düşünüyorum aslında, çünkü oldukça önemli ve irdelenmesi gereken bir konu.

Şimdi gelelim Rıza Tevfik’in itirafına.

‘’Bu hatıra Selim Sırrı Tarcan ile birlikte 31 Mart’ın başlıca tertipçilerinde olan Rıza Tevfik Bey’e aittir. Şair, filozof Rıza Tevfik, bu tarihi suçunu itiraf ederek pişman olduğunu da birçok kere açıklamıştır. Nitekim bu belge dahi gün ışığına ilk defa çıkarılan bir vicdan azabı vesikasıdır. Şimdi söz Rıza Tevfik’in:

                ‘’1908 ihtilalinden evvel (II. Meşrutiyetin kabulu), bizleri başta İngilizler olmak üzere Fransız ve İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Onlardan büyük mikyasta fikir muaveneti (yardım) ve teşvik gördük. Hey Rıza meğer kimlere hizmet etmiş? Nihayet hürriyeti de kimlere ilan ettik! Selim Sırrı ile beraber ben de İstanbul sokaklarında üzerine çıkıp ‘’Yaşasın hürriyet’’ nutukları atacak nice basamak taşları aradık.  Bir gün Talat’a (Talat Paşa) dedim ki: ‘’ Biz bu ihtilal için ecnebi sefirlerden hayli teşvik gördük. İşte hürriyeti ilan ettik. Gidelim bu süferayı (sefirleri) ziyaret edelim ve kendilerine teşekkür edelim.’’

                Evvela İngiliz sefaretine gittik. Galatasaray’daki o muhteşem binayı tam bir ölü sessizliği içinde bulduk. Ben emin idim ki, sefir de dahil olmak üzere bütün sefaret erkanı içeride idi. Fakat bizi karşılayan sefaret kavası, kimi sorduksa ‘’yok’’ dedi. Çok soğuk bir adem-i kabul (kabul etmeme) idi bu. Bir mana veremeden dönmüştük.

                Oğlum Said, İngilere’de oturuyordu. Onu ziyarete Londra’ya gitmiştim. Said’e İskoç asilzadelerinden Lord Nicholson (1909’da İngiltere’nin Türkiye büyükelçisi) cenapları hayli yardım etmişti. Hem bu alakalarına teşekkür etmek hem de eski dostluğu bir daha ihya eylemek üzere ziyarete gittim. Sohbet sırasında İstanbul sefaretinin (1909’da İstanbul’daki İngiliz Elçiliğinin) bize gösterdiği o soğuk adem-i kabul hatırıma geldi. Lord cenaplarından sebebini sordum:

-          Dostum Rıza Tefvik Bey.. Biz Jön Türkleri teşvik ettik. Onlardan büyük bir netice bekliyorduk. İhtilal olacak, istibdat (diktatörük) ile beraber Sultan da ve bahusus temsil ettiği Hilafet müessesesi de alaşağı edilecek. Fakat aldanmış olduk. Beklediğimiz neticeyi alamadık. Zira ihtilal yaptınız, gerçi Kanun-i Esasi geldi, fakat Sultan da ve hele Hilafet müessesi de yerinde baki..

Lord cenaplarına tekrar sordum: ‘’İngiltere devlet-i fahimesini, Hilafet müessesesi bu derece şiddetle neden alakadar ediyor?

-          Ha.. Dostum Rıza Tevfik Bey.. Biz Mısır’da, bilhassa, Hindistan’da İslam kitlelerini idaremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan yılda bir defa bir ‘’selam-ı şahane’’ bir de ‘’Hafız Osman Kuran Kerim-i’’ gönderiyor, bütün İslam ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor.

İşte biz ihtilalden ve siz Jön Türkler’den ihtilal sonrasında, sultanların da Hilafetin de, yani bir selam-ı şahane ve bir Hafız Osman Kuran-ı ile kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık. İşte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz. ‘’

 

Bu olay İngilizlerin Jön Türkler’i nasıl da kullandıklarını ve aslında kendi amaçları doğrultusunda gerçekten de müthiş bir planı uygulamaya koyduklarını bize gösteriyor. Şiiri de aşağıda göreceksiniz fakat bu şiirle ilgili başka bir şey daha aktarmak istiyorum.

                ‘’Rıza Tevfik’in bu meşhur şiirini 1947 yılında Büyük Doğu Mecmuası’nda neşreden merhum Necip Fazıl, millete hakaret suçuyla hapsedilmişti. Avukat Abdurrahman Şeref Laç, o zamanlar hastanede tedavi edilmekte olan rahmetli Rıza Tevfik’le konuşur. Bu şiirin hangi gayeyle yazıldığını sorunca şöyle cevap alır:

-          Ben bu şiiri, Türk milletine hakaret kastıyla değil, tamamiyle aksi olarak Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han’a edilen iftiraları tespit gayesiyle yazdım. 31 Mart Vakası’nı tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük Hükümdar, bu isnatla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart’ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart’ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın.

     Görülüyor ki Abdülhamid Han 20. yüzyılın başlarında batılı devletler tarafından yok edilmesi gereken bir düşman olarak görülüyor. Ayrıca bu da yetmez görüşü kendilerinde hakim olan batılılar –özellikle İngilizler- Hilafet’in yok edilmesi için de büyük bir oyun kuruyor ve bu oyunun baş aktörlerini de darbeyle Abdülhamid Han’ı indiren İttihatçılar (İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları) olarak belirliyorlar. Kendi devletinin yıkılmasına zemin hazırlayan İttihatçılar meğerse ne büyük bir hainlik içine girmişler. Belki bunu biliyorlardı – ki böyleyse bunun adi düpedüz vatan hainliğidir- belki de bilmiyorlardı, göremediler. Her ne şekilde olursa olsun Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını isteyen batılı devletler sonunda hem devleti hem de hilafeti bir şekilde ortadan kaldırmayı başardılar. Osmanlı Devleti bu müdahaleler olmasaydı belki yine yıkılacaktı ancak burada önemli olan nokta bu yıkımın düşman devletlerin elleriyle ve de kendi ellerini hiç bulaştırmadan yapılmış olmasıdır. Kendisi de İttihat ve Terakki’nin ateşli bir üyesi olan Rıza Tevfik ilerleyen zamanlarda gerçeği görerek bir vicdan azabına düşmüş ve aşağıdaki şiiri kaleme almıştır. Oldukça etkili bir şiir ve gerçekten tarihi bir vesika gibi. Tabi ki Sultan Abdülhamid Han yanlışlar yapmıştır ancak kendisini yıkmayı şiar edinen bir cemiyetin önemli üyelerinden biri -ki kendisini yıkmış ve başarılı olmuşlardır- bu hadisede ne kadar büyük bir yanlışlık yaptıklarını işte bu şiirle ortaya koyuyor. Bence bir oturup düşünmemiz lazım. Buyurun:

                                                   

                         SULTAN HAMİD’İN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAD       

            Nerdesin, Şevketli Abdülhamid Han?

Feryadım varır mı barigahına (yüce makam)?

Ölüm uykusundan bir lahza uyan,

Şu nankör pezevengin bak günahına

 

Tarihler adını andığı zaman,

Sana hak verecek ey koca Sultan,

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyasi Padişahına.

 

‘’Padişah hem zalim, hem deli’’ dedik,

İhtilale kıyam etmeli dedik,

Şeytan ne dediyse, biz ‘’beli’’(evet) dedik,

Çalıştık fitnenin intibahına (uyanış).

 

Divane sen değil, meğer bizmişiz,

Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.

Sade deli değil, edepsizmişiz.

Tükürdük atalar kıblegahına.

 

Sonra cinsi bozuk, ahlakı fena,

Bir sürü türedi, girdi meydana.

Nerden çıktı bu kadar veled-i zina?

Yuh olsun bunların ham ervahına (ruhlar).

 

Bunlar halkı didik didik ettiler,

Katliama kadar sürüp gittiler.

Saçak öpmeyenler, secde ettiler.

Bir asi zabitin pis külahına.

 

Haddi yok, alçaklıkla derde girenin,

Sehpa-yı kazaya boyun verenin.

Lanetle anılan cebabirenin (zorbalar)

Bu, rahmet okuttu en küstahına.


Çok kişiye şimdi vatan mezardır,

Herkesin beladan nasibi vardır,

Selametle eren pek bahtiyardır,

Harab büldanın şen sabahına

 

Milliyet davası fıska büründü,

Rida-yı diyanet yerde süründü,

Türk’ün ruhu zorla asi göründü,

Hem Peygamberine, hem Allahına...


Lakin sen sultanım gavs-ı ekbersin

Ahiretten bile himmet eylersin,

Çok çekti şu millet murada ersin

Şefaat kıl şahım mededhanına.

 

Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin

Âhiretten bile himmet eylersin,

Çok çekti şu millet murada ersin

Şefâat kıl şâhım mededhâhına.

 

Comments

Popular posts from this blog

Osmanlı dönmelerinin mezalimleri Samiha Ayverdi – Ne İdik Ne Olduk

Bir Düello Bir Suikast - Kazım Karabekir'in mücadelesi

ERASMUS NEDIR? ERASMUS ISMI NEREDEN GELIR?