KAZIM KARABEKİR'IN HATIRALARINDAN - ANAYASADA DİNİN HRİSTİYANLIK OLARAK YAZILMASI TARTIŞMALARI

                                   

    Cumhuriyet döneminde yaşananları pek bilinmeyen ya da bilinmesine pek de müsade edilmeyen kaynaklardan incelemek yakın tarihimiz açısından oldukça önemli. Bir çok mühim hadisenin hiç lafının edilmemesi ve de okullarda öğretilen tarihin kasıtlı bir biçimde eksik ve yanlış aktarılması, okumayı sevmeyen bir toplum için gerçekleri çarpıtmak için kullanılmış bir silah olmuş. 

    Burada yine o dönemlerden ilginç bir olayı aktaracağız. Kazım Karabekir Paşa'nın hatıralarından bir bölüm. Kazım Karabekir Milli Mücadele'nin en önemli aktörlerinden biri fakat düşünceleri Cumhuriyet döneminde oturtulmaya çalışılan batılılaşma hareketine -tabi bu batılılaşma hareketi milli ve manevi kimlikten uzaklaştırma üzerine kurulu olduğu için eleştirdiğimiz bir girişim- ters olması sebebiyle kendisinin siyaset arenasına girmesine müsade edilmemiş. 

    Kazım Karabekir'in 1970 tarihli (13-14-15-16 Kasım) Yeni Istanbul gazetesinde neşredilen hatıralarında Paşa aşağıdaki vahim olayı naklediyor:

''18 Temmuz 1923'te, Ankara istasyonundaki binada Teşkilat-ı Esasiye'nin (Anayasa) tadili müzakeresinde vaziyet tamamiyle aydınlandı.

Teşkilat-ı Esasiye'de yapılmasını muvafık gördükleri tadillerin ikinci günkü müzakeresiymiş. Bana haber verilmemişti. Bugün ben tesadüfen hazır bulundum. Mustafa Kemal Paşa'nın reisliğinde şu zatlar bu işle meşguldü:

Dahiliye Vekili Fethi Bey, İktisat Vekili Tevfik Rüştü Bey, Nafia Vekili Fevzi Bey, Maliye Vekili Hasan Bey, Ziraat Vekili Sabri Bey, Matbuat Umum Müdürü Ağaoğlu Ahmet Bey, Mebuslardan Ziya Gökalp, İhsan Bey, Sivas Mebusu Rasim Bey vardı. Başvekil Rauf ve Maarif Vekili Safa Beyler, esasen seçim komitesinde bile bulunmamışlardı. 

Ben geldiğim sırada Tevfik Rüştü Bey konuşuyordu. ''Ben kanaatimi millet kürsüsünden de haykırırım. Kimseden korkmam. Teşkilat-ı Esasiye'mizde dinimiz apaçık yazılmalıdır.'' 

Ben söz aldım ve sordum: ''Teşkilat-ı Esasiye'de dinimizin İslam olduğu yazılıdır Tevfik Rüştü Bey. Hangi kanaati haykıracaksın? Teşkilat-ı Esasiye'ye hangi dini yazdıracaksın? Hristiyanlığı mı?

Mahmut Esat Bey söz aldı ve sertçe cevap verdi: ''Evet Hristiyanlığı. Çünkü İslamlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez, mahvoluruz. Ve bize kimse de ehemmiyet vermez.'' dedi.

Ben söz alarak dedim ki: ''İslamlığın terakkiye mani olduğu Avrupalıların uydurmasıdır. Bu meseleyi istediğiniz kadar münakaşa edebiliriz. Fakat münakaşaya tahammülü olmayan bir mesele varsa, din değiştirme gayretidir. Netice İslam kalırsak mahvolmayız, fakat din değiştirme oyunuyla, bizi kolay mahvedebilirler. Hristiyan Bizans'ı, İslam Türk yıkmış ve yerine geçmiştir. Fransızlar, 1855'te İslam Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak yaparak Hristiyan Rus İmparatorluğuna karşı harp ettiler. İçinden yeni sıyrıldığımız Cihan Harbi'nde, Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan devletleri yine İslam-Türk'le ittifak yaptılar. Ve Hristiyan İtilaf Devletlerine karşı birlikte harp ettiler. Yüzümüze kimse bakmazmış ne demek?''

Fethi Bey söz alarak, bana gayet sert, katı cevap verdi:

''Evet Karabekir.. Türkler İslamlığı kabul ettiklerinde böyle kaldılar. Ve İslam kaldıkça da bu halde kalmaya mahkumdurlar. Bunun için İslam kalmayacağız.'' dedi.

Ben de aynı sertlikte şu cevabı verdim: ''Fethi Bey bu yabancı fikri şiddetle reddederim. Geri kalmaklığımıza amil olan, bir değildir. Fütuhatçılık, temsil kudreti gösterememek, Avrupa'nın ilim ve irfan cephesiyle temazsızlık, idarede istibdat gibi mühim sebepler vardır. Aynı yanlışlıkları yapan Hristiyan devletlerin de yıkılıp gittiğini bilmez değilsiniz. Bir zelzelenin hakiki sebebini araştırmayıp onu gülünç bir sebebe bağlamak kadar, bu İslamlık terakkiye manidir fikrini, garip bulurum. Bu yabancı ve tehkikeli fikrin, aramızda münakaşaya tahammül edemeyecek kadar taraftar bulmasından çok müteessir oldum. Fakat ben iddia ediyorum ki Türk milleti ne hristiyan olur, ne de dinsiz kalır. Hakikat budur. Bir milletin asırlardan beri, en mukaddes duygularını bir hamlede atabileceğinize inanışınız objektif bir görüş değil, hayalinizdir. Böyle bir harekete cüret, memlekette kanlı bir istibdat ile başlar ve İstiklal Harbi'nin birliğini de birbirine katar. Nasıl bitebileceğini de söyleyebilirim. Düşmanlarından kanı pahasına istiklalini kurtaran Türk milleti, hürriyetini kendi evlatlarına boğdurmayacak. Buna cüret edeceklerin hakkında gelecektir Fethi Bey.''

Mustafa Kemal Paşa'ya hitaben sözlerime şöyle devam ettim: ''Paşam, maddi cephemiz zaten zayıftır, güvenebileceğimiz manevi cephemizi de düşmanlarımızın yaldızlı propagandasına kurban edersek, dayanabileceğimiz ne kalır? Bizi silahlı kuvvetiyle parçalayamayan düşmanlarımız, görüyorum ki, bizi fikir kuvvetiyle mahvedecekler. Buna müsaade edecek misiniz? Siz ki millete karşı, bizi bu hale getiren belanın istibdat olduğunu, zaferden sonra milletin tamamıyla iradesine sahip olarak yürüyeceğini millet kürsüsünden dahi defalarca haykırdınız. Millet Meclisini tekbirler, salatlar arasında açtınız. İslamlığın en yüksek bir din olduğunu hutbelerle ilan ettiniz. Hepimiz aynı iman ve kanaatle aynı yolda yürüdük. Şimdi ne yüzle ve ne hakla bir kanlı maceraya atılacağız? dedim.''

Mustafa Kemal Paşa sözümü burada keserek dedi ki: ''Müzakereler çok hararetlendi. Burada kesiyorum.''


Bu, bir istibdat olduğu söylenen Osmanlı Devleti'ne son verip yanında hilafeti de lağvedip milli irade üzerine kurulu bir sistem olması gereken Cumhuriyetin kurulması aşamasında tartışılan konudur. Yani biraz taraftar bulsalar ya da cesaret edip halka bundan sonra hristiyansız diyebilecek olsalar belki de kabul edilecek. Kurulacak Cumhuriyetin anayasası müzakerelerinde konuşulan konuya bakar mısınız? Savaşlardan beli bükülmüş, yarı aç yarı tok vatanı savunmuş bir milletin neye inancağını bir avuç insan belirleyecek ve bu rejime de Cumhuriyet denilecek. 

Belki anayasada din değiştirilemedi ancak Cumhuriyetin ilk dönemlerinde tamamen şekli bir batılılaşma operasyonu uygulamaya konuldu. Dinde, dilde, giyim kuşamda batılı gibi olma bir terakki hareketi olarak gösterildi ve hatta bazı kanunlar çıkartılarak, halk bu kanunlara uyduruldu. 

Bu olay aklımıza acaba bu kişilerin içlerinde dönmeler var mıydı diye sorular getiriyor. Yoksa bir insanın en temel hakkı olan inanç meselesinde böyle bir münazara yapılması bile akla ziyan bir durumdur. 

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde siyasi elitlerin çoğu ya dönme ya da kendi inançlarından milli kültür ve töresinden uzak kişilerdi belli ki. Hürriyetini -ki bunun içinde din hürriyeti de var- korumak için canı pahasına topyekün bir savaşa kalkışmış bir milletin savaş sonrasında maruz kaldığı duruma bakın. Bu nasıl demokrasi, nasıl hürriyet, nasıl bir yönetim anlayışı? Yeni kurulan bir devlet bu konular üzerinde o kadar çok enerji harcamış ki, Cumhuriyet devrindeki ilerleme belki de 10 katı 100 katı hızla gerçekleşebilecekken böyle içi boş konulara eğilmekten maalesef bu kendi bindiğimiz dalı kesmişiz. 

Bu anektotu Ahmet Kabaklı'nın Temellerin Duruşması 1 kitabının 60-61-62. sayfalarından aldım. Kitap okunmaya değer bir eser. Cumhuriyet döneminde yapılan tüm yanlışları ve milletimizin kimliğine aykırı girişimleri ve tek partinin ördüğü çorapları anlatıyor. Cumhuriyet Halk Fırkası neden tek parti olarak 25-30 sene ülke yönetiminde söz sahibi oldu ve başka bir partinin kurulmasına izin vermedi bu gibi hadiseleri gördükçe anlıyoruz. Bu konuyla ilgili de oldukça ilginç bilgiler var bunları da ilerleyen zamanlar da göreceğiz. 

Konuyla ilgili fikirlerinizi yorum kısmına yazabilirsiniz. 

Comments

Popular posts from this blog

Osmanlı dönmelerinin mezalimleri Samiha Ayverdi – Ne İdik Ne Olduk

Bir Düello Bir Suikast - Kazım Karabekir'in mücadelesi

ERASMUS NEDIR? ERASMUS ISMI NEREDEN GELIR?